Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm ve Kutsal İnekler
Tarihsel-materyalizm, diyalektik bir materyalist tarih kuramıdır. Bunu kavramak için diğer tarih kuramlarını kısaca inceleyelim.
İlk olarak karşımıza idealist tarih yorumları çıkar. Dünyanın bir tanrı/söz/düşünce veya bilinçli bir “ilk” tarafından yaratıldığını ve yaşanılanların, kadere bağlı olduğunu savunan klasik idealist düşünceler insanı tarihin nesnesi olarak algılarken; Hegel idealizmi insanın tarihin öznesi olduğunu kabul eder. Ancak Hegel düşüncenin tarihe yön verdiğini savunurken tarihle düşünce arasındaki ilişkide çubuğu daima düşünceden yana bükmüştür. Hegel ve takipçileri için düşünceler, maddi koşullardan bağımsız gelişirler. Örneğin ünlü antropolog Franz Boas (1858-1942), ilkel toplulukların, kültürlerin yaşadıkları coğrafi ortamla bir uyum sergilediği fikrine katılmamıştır. Ona göre, toplulukların kültürü coğrafi koşulların baskısından çok atalardan alınan geleneklerin yorumlanmasından yani yine kültürün kendisinden etkilenmektedir. Bu da aynı coğrafi ortamı paylaşmalarına rağmen iki kabilede nasıl farklı kültürlerin gelişebildiği sorusunun cevabı olmaktadır.
Öte yandan karşımıza materyalist [diyalektik olmayan] tarih yorumları da çıkar. Bu okul insanın sosyal ve kültürel gelişimini yalnızca üretim tekniklerinin gelişimine, üretim tekniklerinin gelişimini de coğrafi ve biyolojik etkilere bağlar. Materyalist tarihçiler, evrimci olmayanlar [Marvin Harris] ve evrimci olanlar [Karl Kautsky] şeklinde kabaca ikiye ayrılabilirler. Bu materyalizm burjuva materyalizmidir ve proleter bilim saflarında da hâlâ etkilidir. Harris’e göre, toplumlar alt yapı ve üst yapı arasında çelişki taşımazlar. Üst yapı daima alt yapıyla bir uyum içerisindedir. Toplumun ahlâkı, gelenekleri, yönetim biçimi, alt yapının ihtiyaçlarıyla örtüşür. Alt yapı da biyolojik ve ekonomik ihtiyaçlara göre şekillendiği için, biz ilk önce fark etmesek de, toplumlar maddi bir zemin üzerinde yükselirler. Bu nedenle Marvin Harris’in antropolojisinin Boas okulundaki anlayışın tam zıttı olduğu söylenebilir. Boas iklim, çevre, coğrafya ve inansın biyolojik doğasını önemsemezken Harris kültürel donanımı neredeyse tümüyle bunlara bağlar.
Örneğin Hindistan’da ineklere tapınılması, açlık zamanlarında bile ineklerin kesilmemesi, ilk bakışta toplumun üst yapısal geleneklerinin alt yapısal ekonomik ihtiyaçlara bir üstünlük sağlaması olarak algılanabilir. Ama Harris ineklerin Hindistan’da kesilmemesini, petrolün bulunmadığı bu kalabalık ülkede tezeğin enerji kaynağı olarak kullanılmasına bağlar. Sonuç olarak başka kanıtlarla birlikte akla aykırı gibi görülen ineğe tapınma inancının, aslında gayet akla uygun olduğunu savunarak, düşüncenin daima maddi zeminin bir yansıması olduğunu kanıtlamaya çalışır. Harris’e göre insan kültürü irrasyonel bir zemine oturamaz. İlk bakışta irrasyonel görülen eylem biçimilerinin dahi, yakından bakıldığında doğaya uyum çabasını yansıttığı görülecektir.
Kutsal İnek / Hindistan
Keep reading with a 7-day free trial
Subscribe to PostaPoetika to keep reading this post and get 7 days of free access to the full post archives.