PostaPoetika

PostaPoetika

Share this post

PostaPoetika
PostaPoetika
Posta Poetika I Temmuz 2022 - done

Posta Poetika I Temmuz 2022 - done

Sepin & Mahir & Töre's avatar
Sepin & Mahir & Töre
Jul 22, 2022
∙ Paid
20

Share this post

PostaPoetika
PostaPoetika
Posta Poetika I Temmuz 2022 - done
11
Share

Sepin Sinanlıoğlu, Temmuz 2022

Sevmek, dağ gibi durmaktır

“Ben sevişirken şöyleyimdir, böyleyimdir” gibi bir söylemin tuhaflığının farkında mısınız?

Sevişme, dilbilgisel olarak barındırdığı işteşlik ekinin de işaret ettiği üzere, en az iki kişiyi içerir. Birden fazla kişinin olduğu her yerde, iştigal ettiği her şeyde -sevişme de dâhil- biyolojik geribildirim mekanizması çalışır, taraflar birbirlerine uyumlanır. Yani mevzubahis “aktivite”de belirleyici, kişilerin kendileri kadar ilişkinin kendisidir de. Malum, insan kendi vakumunda var olan bir şey değildir; bilâkis ilişkilerinin matematiksel bir fonksiyonudur.

Eğitimlerimde, “kişisel gelişim” piyasasında telaffuz edilen birçok mefhumun kişi özelinde tek ve net bir karşılığı olmadığını, kişinin ilişkisinden ilişkisine değişebileceğini vurguluyorum. Anlatmak istediğimi kişisel gelişim pazarının yeni tutkusu “sınır koyma”ya uyarlayayım. Sevişmek için olduğu gibi sınır koymak için de benzer ifadeler gırla gidiyor, “Ben sınır koyabiliyorum,” ya da “Ben hiç sınır koyamıyorum.” Bir kişinin sınır koyma konusunda bir “duruş”u, bir prensibi ya da alışkanlığı olduğu varsayımı insanı basite indirgemek, insanın karmaşıklığını hafife almaktır. Tabii ki aynı kişinin farklı ilişkilerinde sınır koyma eğiliminde bir benzerlik, ortak bir payda olacaktır. Fakat kişiyi herhangi bir hâle dair bilgisayar dilindeki gibi 0 (sınır koyamıyorum) - 1 (sınır koyabiliyorum) skalasında mutlak ya da sabit bir değer olarak görmek hatadır. Kişi partnerine rahatlıkla sınır koyabilirken çocuğuyla bu konuda çok zorlanabilir mesela. Kaldı ki ilişki içerisindeki temayüllerimizi belirleyen şeyler çok katmanlıdır; ilişki bünyesindeki hiyerarşi, yakınlık, ilişkinin vasfı (partnerlik, ebeveynlik, arkadaşlık vs), ilişkinin o an odağına aldığı konu ve içerik, ilişkideki tarafların güncel hâletiruhiyesi (uykusuzluk, stres, hormonal denge vs), fizyolojik durumu, dini, sosyolojik, kültürel, politik, ekonomik etkenler vb.

Murathan Mungan “ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın,” demiş, çok da güzel demiş ama varoluş deyince benim gözümde bir spiral canlanır. Spiral devamlı hareket hâlindedir; ne bir başı ne bir sonu vardır. Bizler de bu spiralin içine üfleniveririz ve dönerek yol almaya koyuluruz. Hareketin içinde hareket, her daim. Yani spiralin kendinin bir başı sonu olmasa da bizlerin içine üflendiğimiz bir an vardır, bir doğum tarihimiz. Spiralin hareketi o kadar çok anomali barındırır ki hiçbir matematik denklemi onu karşılamaya yetmez ve formül ne şekilde yazılırsa yazılsın illâ ki iterasyona düşer; bilinmeyenler birbirine, bizlerin spiralin içindeki hareketi de bu bilinmeyenlere sımsıkı bağlıdır. Sonsuz ihtimal barındıran bu spiralde hareketimize belirgin bir biçimde yön veren bir bilinmeyen, bu özelliğiyle diğerlerinden ayrılır: Çocukluk. Çocukluk, yukarıda ilişki içerisindeki temayüllerimizi belirleyen etkenler olarak bahsettiklerimle birlikte, ama onlardan daha güçlü bir şekilde insanın hayatına damgasını vurur. Yine aynı örnekle devam ediyorum; insanın ilişkilerinde nasıl ve ne kadar sınır koyduğu, mevzubahis etkenlerden çok, ilişki içerisine çocukluktan ve çocukluk yaralarından getirdiklerine göre belirlenir.

Tevekkeli travma protokollerinde çocukluk için erken yaş / gelişimsel klasmanı altında özel ve ayrıca çalışılır. ABD'de yapılmış en kapsamlı toplum sağlığı çalışması olan ACE (Adverse Childhood Experiences - Olumsuz Çocukluk Deneyimleri), çocuklukta maruz kalınan olumsuzluklar ve çocukluk sonrası sağlık ve ruhsal esenlik arasındaki bağı bilimsel olarak kanıtlamıştır. ACE için çocukluk deneyimleri ile mevcut sağlık sorunları ve davranışlarına yönelik anketleri doldurmuş 17,000'den fazla kişinin %26'sı fiziksel istismar, %21'i cinsel istismar, %28'i bakım veren kişide madde kullanımı, %20'si bakım veren kişide ruhsal hastalık ve %13'ü anne olarak bildiği kişiden şiddet gördüğünü bildirmiştir. Bunun sadece buzdağının görünen tarafı olduğunu da belirteyim. Bu oranlar ABD’ye aittir tabii ama ülkemizdeki durumun daha az vahim olduğunu düşünecek kadar saf değilim. Gerçek apaçık ortada: Spiralin içindeki hareketimizin başladığı yer, çocukluk, yaralı, kanıyor. Spiralin içinde çırpınan biçarelerin yarası beresi olmasın da ne olsun?

İşin fizyolojik açıklamasını çok detaylandırmadan gelişimsel travmayı şöyle tarif etmek mümkündür: Çocukluk döneminde, olur da hayat bizim elimizi bırakırsa(!) düşeceğimiz platformun hiç inşa edilmemiş ya da derme çatma bir şekilde inşa edilmiş olması. Hâl böyle olunca başımıza gelenler başımıza gelince betona çakılırız. Gelişimsel travmayı saptamanın zor olması da cabasıdır. Gelişimsel travma geçmişi olan kişiler için fizyolojinin metabolize edemediği belirgin bir olay ve bu olayın öncesi ve sonrası diye ayırt edebilecekleri farklı zaman dilimleri yoktur ve bu sebeple yetişkinlikte “travmatik” durumlara maruz kaldıklarında, platformu inşa edilmiş “diğerlerine” göre daha yoğun fizyolojik tepkiler gösterirler. Onlar için güvenli olanla olmayan büyük bir muammadır çünkü bu kişiler için nörosepsiyon, yani tehdidi ve güvenliği ayrıştıran tasnif mekanizması çalışmaz. (Nörosepsiyonu Posta Poetika nisan sayısında anlatmıştım, arşivden okuyabilirsiniz.)

Posta Poetika
Posta Poetika I Nisan 2022
Sepin Sinanlıoğlu, Nisan 2022 Bu yazıda paylaşılan bilgi ve teknikler herhangi bir tedavi ya da terapi amacı taşımamaktadır. Louboutin, Takatsuki ve Mor Salkım Christian Louboutin markasını bilir misiniz? Tabanı parlak kırmızı, 11,5 punto topuklu stilettolar alametifarikasıdır hani. Benim vardı onlardan. Erkek tahakkümü altındaki bir işte, merhametsiz ve z…
Read more
3 years ago · 24 likes · 3 comments · Sepin S. & Mahir Ü. Eriş

Bu kişiler derken, yaklaşık olarak hepimizi kastediyorum. ACE araştırmasının sonuçlarına göre bahsettiğim platformun eksiksiz inşası neredeyse yok denecek kadar enderdir. Tekrar ediyorum, neredeyse herkes yaralı, kan revan içinde. İnsanı konu alan bilimlerin çocukluk döneminin kişi üzerindeki geri dönülemez etkilerini mercek altına almaya başladığı son elli senede birçok anlaşılmaz şey, aheste de olsa açıklığa kavuştu. Hepimiz için çocuklukta olan biteni anlamaya çalışmak, masaya yatırmak, belli bir bağlamda analiz etmek, çok yoğun ve zorlayıcı olmadığı sürece güzeldir, keyiflidir, yaratıcı ve faydalıdır. Amma velakin bu masaya yatırma sinsi bir şekilde eğitimlerde “ebeveyn dövmek” diye tabir ettiğim fuzuli bir meşgaleye dönebilir. Hayır, kimsenin ebeveynine attığı dayağı, ebeveynini gerdiği çarmıhı yargılamak değil amacım, haşa. Fakat bu çoğu zaman beyhude bir çabadır zira zamanı geriye sarmamız mümkün değildir. Ebeveyn hesaplaşmasında ince bir ayar vardır, kantarın topuzu kaçarsa kişinin ıstırabı artar.

Çok acı, maalesef olanlar oldu ve zaman bizi ölüme doğru çekiştiriyor. Vakit kısıtlı, çocuklukta olan biteni görmek, anlamak şahane ama bir “undo” düğmesi yok maalesef. Bodhi ağacının altında oturduktan sonra “hayat ıstıraptır” asil gerçeğiyle biz fanilere laf anlatmaya gelen Buda’yı selamlayalım ve unutmayalım; hayat ıstıraptır, şükürler olsun kendisinin bize acı verme konusunda cimrilik yaptığı hiç görülmemiştir. Böylelikle yetişkin hayatımız, özellikle ilişkiler aracılığıyla, bize kendimizle çalışma imkânını ziyadesiyle verir. Her ilişkide herkesin çocukluğu da vardır keza ve ilişkiler çocukluk yaralarını sarmak için bulunmaz Hint kumaşıdır.

Tabii dağ gibi durmayı bilirsek…

Her ilişkide masadaki sessiz oyuncu olan çocukluklar çok kısa sürede ilişkiye ayak bağı olmaya başlar; her şey sütlimanken ortalığı karıştırmakta üzerlerine yoktur. Yetişkinlikteki ilişkilerde çocuklukta hasreti çekilenler, verilmeyenler, esirgenenler, modellenenler hepsi bir olur, Osmanlı padişahı 4. Murat gibi tebdil-i kıyafette ilişkiyi ziyarete gelir. Bu ziyaretler yıkıcıdır, bozguncudur, tarafların kalpten kalbe bağını tarumar eder. Eğer taraflardan biri kılık değiştiren bu ziyaretçiyi tanıyıp dağ gibi durmazsa -ki “dağ gibi durmak” taraflar arasında dengelenmelidir- o zaman o bağ ciddi hasar görür. Mesele, tarafların birbirlerinin çocukluktan getirdiklerini fark edebilmek, bu heybenin içinde pek de kişisel bir şey olmadığını görmek ve kendi metanetini kaybetmemektir. 4. Murat ve Sandalcı hikâyesinde surların yıkılıp İstanbul’a Yeni Kapı’nın açılması gibi, ilişkiye yeni bir kapının açılabilmesidir, mesele. Kapanan kapılara rağmen ve onlar sayesinde o yeni kapıları açabilmektir. Asıl mesele işte budur.

Dağ gibi durmak sevmektir.

Bunun bir ileri seviyesi, “asıl-asıl” mesele ise gelen ziyaretçinin senden taraftan da ziyaretçi çağırdığı zamanları görmek ve bu sefer senin geçmişinden geleni içeri buyur etmek, güzelce ağırlamak ve ona kulak kesilmektir. İlişkinin esas işlevi tekâmüldür. Birçok yerde değindiğim gibi, spiritüel öğretmen ve Be Here Now'un yazarı Ram Dass, ilişkinin tuzak, tuzağı çalıştırmanın yolunun da tuzağa düşmek olduğunu söyler. İçine

Keep reading with a 7-day free trial

Subscribe to PostaPoetika to keep reading this post and get 7 days of free access to the full post archives.

Already a paid subscriber? Sign in
© 2025 PostaPoetika
Privacy ∙ Terms ∙ Collection notice
Start writingGet the app
Substack is the home for great culture

Share