PostaPoetika

PostaPoetika

Share this post

PostaPoetika
PostaPoetika
Posta Poetika I Ocak 2023

Posta Poetika I Ocak 2023

Sepin & Mahir & Töre's avatar
Sepin & Mahir & Töre
Jan 31, 2023
∙ Paid
17

Share this post

PostaPoetika
PostaPoetika
Posta Poetika I Ocak 2023
4
Share

Sepin Sinanlıoğlu, Ocak 2023

Lacrimarum

Ali’nin (6) eli, geceleri uyurken onu dokuz ay taşıdığım karnıma dokunur. Böyle yaparken yüzündeki ifadeden hasret, minnet ve aidiyet okurum. Öteden buraya düşüp de dünyayı ilk algılamamız anne karnında annemize dokunmamızdandır keza. Amerikalı psikiyatrist Stephen Terrell, Cork/İrlanda’da verdiği gelişimsel travma eğitiminde bize derinin ve beynin ve sinir sisteminin embriyolojik olarak aynı katmandan geliştiğini anlatmıştı. Dokunmanın vasıtası deride beş milyon sinir ucu vardır, dile kolay, beş milyon. Dokunmak zekâ ve hafızanın ortaklığından doğan sihirdir.

Kanadalı şair Alden Nowlan He Sits Down on the Floor of a School for the Retarded adlı şiirinde aslında insanın tek istediğinin “dokunulmak,” “tutulmak,” “kucaklanmak,” olduğunu anlatır, her dokunuşun bir buse olduğunu söyler. Öyledir. Elimiz sevdiğimizin avuçlarında yuvalanır. Arkadaşımızın eli sırtımızı sıvazlar. Sevdiklerimizin başı göğsümüzde dinlenir, ellerimiz sevdiklerimizin saçlarında gezinir. Ağlayan bebeği hemen kucaklamak isteriz. Bir şeyi görmekten doğru anlayamazsak gayriihtiyari ona dokunmak isteriz. Karanlıkta gözümüz görmediğinde etrafı dokunarak hissederiz. Türümüzün devam etmesinin müsebbibi sevişmek dokunarak olur.

Romantiklerden Novalis sıralamayı şöyle tasvir etmişti: Bakış – (konuşma) – ellerin dokunuşu – öpücük – göğüs teması – cinsel uzuvlara el atış - kucaklaşma eylemi” (sic! Novalis, Über die Liebe, 2001, 84)*

Dokunmak sadece bedensel bir münasebetten ibaret değildir. Bazı şeyler, mesela, kalbe dokunur, dokunma sözcüğünün bu kullanımında anlam ruhsal bir temastan işaret eder. Algılamak, anlamak, hissetmek, sevmek -ayrı anlamları olsa da bir yandan çok temel bir bağ var bu sözcükler arasında- hep dokunmakla olur. John Berger’ın Görme Biçimleri’nde söylediği gibi, “İnsanın bir şeye dokunması demek, kendisini o şeyle ilişkili bir duruma sokması demektir.” Başkasını, diğerini dokunmaktan biliriz. İnsan dokunarak ilişkilenir.

Tango, tangor ergo sum (Dokunuyorum, dokunuluyorum öyleyse varım), düşünüyorum, öyleyse varımdan daha yerinde bir çıkarımdır. İnsan ötekini dokunmaktan bilir.

İnsan kendini (de) dokunmaktan bilir. İngilizcede cinsel birleşme, Türkçede mastürbasyon dokunmak fiiliyle de karşılanır. Bedensel hazzı kendimize dokunarak tadarız. Kendimize farkında olmadığımız şekillerde dokunuruz. Somatik bazlı terapi protokollerinde bunlar “kendini rahatlatan hareketler” (self-soothing movements) tabiriyle anılır. Uzun bir süre önce Dijital Topuklar zirvesinde altı yüz kişiye memleketin “yüzyıllık yalnızlığı” ve tabusu etnik köken ayrımcılığına “dokunan” zor bir konuşma yapmıştım. Kaydı izlediğimde konuşma esnasında zaman zaman sağ elimin sağ üst bacağımın üzerinde bir ileri bir geri kaydığını fark ettim. Zorlandığımda imdadıma kendime dokunmak yetişmişti.

Bu hareketler bilinçli değildir ve rahatlatıcı oldukları kadar destekçidirler de. Organic Intelligence travma protokolünün kurucusu Steve Hoskinson tevekkeli onlara “evden gelen kartpostallar” der. Steve, terapi seanslarımızda “Ellerinin ne yaptığının farkında mısın?” sorusunu bana çok sık sorardı. Çünkü zifiri karanlık o dönemimde kartpostallarım ellerimin alnımdaki aşağı yukarı hareketiydi. Kendimi alnıma, dudaklarıma, yanaklarıma dokunurken çok sık yakalarım, bunun farkına varmak çok eğlencelidir. Aslında bir gününüzün videosunu çekseniz bu hareketlerin sayıca ne kadar çok ve çeşit olarak ne kadar zengin olduğunu çok rahatlıkla görebilirsiniz. Bazıları yakın çevrenizde sizin alametifarikanız olarak bile anılıyordur, eminim. Benim ayaklarımı birbirine sürtmem böyle bilinir mesela, “Sepin’in ayakları yine başladı” esprilerine maruz kalırım, anısı çoktur ve ayaklarımın sürtünme sesinden muzdarip olanların listesi uzundur: Yirmi küsur sene önce abim dediğim arkadaşım Onur’la ders çalışıyorduk, üniversitede okurken. “Sepin bir ses geliyor,” dedi, durduk. Ses yoktu. Çalışmaya devam edince ses yine duyulur oldu. Aynı şey birkaç tur devam etti. En sonunda benim çalışmaya odaklandığımda ayaklarımın birbirine sürterek çıkardığı sesi kastettiğini anladık. Uludağ’da bir odada sıkış tıkış ve cümbür cemaat kaldığımız sene odadaki kız arkadaşlarım, Kuşadası’nda birbirimizden ayrılmamak için her gece ya bizim ya onların evinde kaldığımız Arzu, “fış fış fış yeter!” diye hâlâ isyan eden Sidem ve başkaları. Eskiden bilmiyordum. Bugün biliyorum. Ayaklarımın birbirine sürtünmesi de evden gelen kartpostallarmış.

Ayakların birbirine dokunması dünyanın en güzel şeyi olabilir ve lütfen deneyin ama ellere geri döneceğim, ellere ve ellerin yakın arkadaşı alete. “Poetika Serisi”nin birkaç farklı modülünde insanın homo faber oluşuna değinmiştik. Fransız felsefeci Henri Bergson’un literatüre kazandırdığı bu terim “alet yapan” demektir. İnsan hem alet yapar hem de alet kullanır.

Bazı şeyleri öğrenmem seneler almıştır; 2019 senesinde Golden Lake’teki çiftliğinde Stephen Jenkinson’ın elleriyle yaptığı ahşap binada -Town Hall- alet ve makineye dair anlattıkları bunlardan biri, daha iyi öğrenmek için burada tekrar edeceğim. TDK sözlükte alet sözcüğünün karşısındaki ilk maddede “bir el işini veya mekanik bir işi gerçekleştirmek için özel olarak yapılmış nesne” yazar; dördüncü maddede ise mecazi bir anlam olarak “maşa.” “Alet olmak” deyiminin karşısında ise “bilerek veya bilmeyerek kötü bir işe aracılık etmek, vasıta olmak” yazar. Alet kullanmayı severiz, ama alet olmak, kullanılmak istemeyiz. Ne çelişki…

Eller alete dokunur. Alet elin uzantısıdır, ellerden bağımsız ya da serbest değildir. Alet olasılıkları temdit eder. Çekiç, mesela, güçle vurmanın menzilini genişletir. Tornavida vidayı çevirme işini derinleştirir ve hayır, o vidayı çentiğine tırnağımızı yerleştirmek suretiyle döndürmek istemeyiz. İngiliz anahtarı cıvata ve somun sıkma-gevşetme işlevini genişletir. Bu hareketlerin hepsi elle de yapılabilir. Ama aletler, fonksiyonları, doğaları ve kullanımları gereği ellerin kapsamını, becerisini ve kapasitesini genişletir. Alet adeta ele ilave olur. El aletle yapılan işte hâlâ görünürdür, yok olmamıştır.

Alet ele kendi sınırlarına kadar ve oradan fazlasının vaadi olmadan bir genişleme sunar. Aletlerin fonksiyonunun sınırları vardır; aletler elin kapasitesini sınırlı bir şekilde büyütürler. Bu operasyon mükerrer olabilir ama sınırsız değildir. Aletler sayesinde evvelden mümkün olmayan bazı şeyler -her şey değil- mümkün olmaya başlar. “Her şey değil” mevzubahis sınırlara işaret eder. Sınırlar bu operasyona dâhildir hatta aittir. Hatırlarsanız PostaPoetika Temmuz sayısında sınırlara değinmiştim:

Posta Poetika
Posta Poetika I Temmuz 2022
Sepin Sinanlıoğlu, Temmuz 2022 Sevmek, dağ gibi durmaktır “Ben sevişirken şöyleyimdir, böyleyimdir” gibi bir söylemin tuhaflığının farkında mısınız? Sevişme, dilbilgisel olarak barındırdığı işteşlik ekinin de işaret ettiği üzere, en az iki kişiyi içerir. Birden fazla kişinin olduğu her yerde, iştigal ettiği her şeyde -sevişme de dâhil- biyolojik geribildirim mekanizması çalışır, taraflar birbirlerine uyumlanır. Yani mevzubahis “aktivite”de belirleyici, kişilerin kendileri kadar ilişkinin kendisidir de. Malum, insan kendi vakumunda var olan bir şey değildir; bilâkis ilişkilerinin matematiksel bir fonksiyonudur…
Read more
3 years ago · 18 likes · 11 comments · Sepin S. & Mahir Ü. Eriş

Sınırlarını bilmek erdemdir. Kendinin ve hayatın sınırlarını bilmemek ölüm ve yası da bilmemeye denk gelir. Ölümü ve yası bilmeyen insan ise ziyandır. Sınırlar alet tanımının ayrılmaz bir parçasıdır ve alet sözcüğünün insana uyarlanmasındaki çirkin çağrışım da işte bu “hoş görülemeyen” sınırlara atıf; basitliğe, ilkelliğe, primitifliğe vurgudur. Çünkü büyüyenin, çoğalanın içinde sınırlara rastlamak yas doğurur.

Hayal gücümüz aletin yapabildiğinden daha fazlasını tabii ki görür, imgeler ve ister. Ama alet kullanan ve alet üreten bir kültürde daha fazlası yoktur çünkü aletin sağladığının ötesine dair bir arzu mevzubahis değildir. Homo faberlik yeterlidir. Daha fazlasına gerek yoktur, o daha fazlasını isterken bilmesen de bilirsin.

Bu yazıyı Londra’da yazıyorum. (Mahir gecikmeye benim Londra’da gezip durmamın sebep olduğumu özellikle belirtmem için benden söz aldı, önceki gecikmelerde hiçbir kabahatim olmadığını belirterek sözümü tutuyorum.) Burada aklımdaki bir iş için görsel sanatçı Sam Winston’la bir toplantı yaptım. Sam, Hackney’deki stüdyosunda bana sözcüklerle ve dillerle alakalı sanatçı kitaplarını (kitap formunu ya da işlevini iham olarak kullanan bir sanatsal ifade aracı) gösterdi. Bu kitaplar sınırlı sayıda ve elle, makine olmadan üretiliyor, müzelerde sergileniyor. Sam’in yazar ve sanatçı Oliver Jeffers ile ortak yazdığı resimli kitapları da var, hatta henüz basılmamış ikinci kitaplarını ilk gören şanslı kişi benmişim. Sam bu kitaplardan seri üretim olarak bahsetti. Kitapları seri üretim addetmek makineye farklı bir bakış açısı.

Keep reading with a 7-day free trial

Subscribe to PostaPoetika to keep reading this post and get 7 days of free access to the full post archives.

Already a paid subscriber? Sign in
© 2025 PostaPoetika
Privacy ∙ Terms ∙ Collection notice
Start writingGet the app
Substack is the home for great culture

Share