PostaPoetika

PostaPoetika

Share this post

PostaPoetika
PostaPoetika
Posta Poetika I #14 I Mayıs 2023

Posta Poetika I #14 I Mayıs 2023

Sepin & Mahir & Töre's avatar
Sepin & Mahir & Töre
Jun 23, 2023
∙ Paid
8

Share this post

PostaPoetika
PostaPoetika
Posta Poetika I #14 I Mayıs 2023
3
Share

Sevgili aboneler,

Bu ayki gecikme için özür dileriz.

Yakın zamanda ikimizin de kitapları çıktığı için kitap işleriyle meşguldük, lütfen mazur görün.

Mahir & Sepin


Mahir Ünsal Eriş

Bu işin doğası budur. Neredeyse bin yıl süren ortaçağ boyunca insanlar nasıl bir “çağın” içinden geçtiklerini bilmiyorlardı. Gördükleri hayatı hakikatin olabilecek biricik versiyonu sanıyorlardı. Keza, coğrafi keşifler çağında insanlar, “Acaba bugün dünyanın neresinde yeni bir kıta, bir toprak parçası keşfedildi; kim bilir oraya ne ad verilecek?” diyerek yaşamıyorlardı. Gündelik hayatları derin bir ekonomik buhranın içinde geçiyordu ve bazen, “Falanca kaşifin filanca cenahında yeni bir toprak parçası bulduğu haberi geldi,” diye bir tevatür dolaşıyordu. Bunu duyan halk, “Aman, sanki bize ne faydası dokunacak bunun,” deyip hayatına devam ediyordu. Faydası dokundu mu? Evet dokundu, ama bunun farkında olamazlardı.

Neolitik Devrim ya da avcı-toplayıcı klanlardan yerleşik tarım hayatına geçtiğimiz o büyük dönüşüm belki de insanlık tarihinin en esaslı kilometre taşlarından biriydi. Ama bu, bir gün yayınlanan bir kararnameyle olmadı. Ya da bir tellal, davulunu eline alıp klan klan, kabile kabile dolaşarak, “Ey ahali, duyduk duymadık demeyin, artık tarıma geçiliyor, hepiniz evler yapıp konutlarda oturacaksınız, yok öyle lingir lingir gezmek bundan sonra,” diye bağırmadı. Kuşaklar sürdü bu dönüşüm. Ve muhtemelen içinde yaşayanlar, “Tanrım, ne kadar da büyük bir şeye tanıklık ediyorum. Resmen Neolitik Devrim oluyor,” demediler. Muhtemelen dedesinin sakladığı tohumun topraktan yeşerdiğini gören babası, kendisine o tohumlardan nasıl mahsul elde edilebileceğini öğretti, o da kendi oğluna bu tohumların mahsule dönüşünü izlemek için başında konaklamak gerektiğini gösterdi. Tarihte hiçbir şey “pat” diye olmadı, olmayacak da.

Bir gün tarih kitapları, ya da o zaman kitap yerine nasıl bir format kullanılıyor olacaksa, bizden de bahsedecekler. Hem de öyle, darbe girişimi oldu, muhalefet on üç kere seçim kaybetti, twitter Trump’ı yasakladı, Trudeau renkli çoraplar giydi falan gibi değil, bizden bir çağ olarak bahsedecek. Ayrıntılarını yalnızca uzmanların bildiği, okullarda bir iki satırlık genel bilgilerle geçilen bir çağ. Ama bir adı olacak bu çağın elbette. Şimdiden isim önerileri var. Pozitif bilimler çağı, teknoloji çağı, uzay çağı, teşhir çağı, simülakrlar çağı, antroposen, sevgi çağı, uyanış çağı, şu, bu… Hiçbiri değil. Çağımıza adını biz vermeyeceğiz. Çünkü tarihte hiç böyle olmadı. Bugün andığımız çağlar hep o tarihten yüzlerce binlerce yıl sonra doğmuş bilim insanları tarafından adlandırıldı. Hatta devletler bile. Bizans kendine Bizans demiyordu. Anadolu Selçukluları kendilerini Rum Selçukluları olarak biliyordu. Onlara bu adları çok sonradan biz verdik. …

Sepin Sinanlıoğlu

… Yaklaşık bir sene ablamla ilişki terapisine gittik. “Türkiye’de iki kız kardeş olarak ilişki terapisine giden ilk ve tek insanlarız,” diye makaraya aldım vaziyetimizi. Geçen ay terapistimiz bize “Artık gelmeyin,” dedi, “ya da illa gelecekseniz bir konunuz olduğunda gelin.” Konuları tüketmişiz! Şaka bir yana ablam Aysan adına konuşamam ama benim için zorlu ve de faydalı bir süreçti. Öncelikle uçsuz bucaksız anne baba meselelerini ablamın mevcudiyetinde masaya yatırmak emniyetliydi, bundan keyif bile aldım. Hanemizde deneyimlediğimiz aynı olayların ikimizin hafızasına kazıdığı hikâyelerinin farklılığı ise beni ekseriyetle şaşırttı. Bazı durumlara dair ondaki ve bendeki öykü Kurosawa'nın aynı adlı filmiyle literatüre geçmiş “Rashomon” etkisini andırıyordu. Akira Kurosawa, Japon hikâyeciliğinin duayenlerinden Akutagawa’nın iki hikâyesini temel alan, Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülüne layık görülen 1950 yapımı filmi Rashomon’da, bir cinayetin dört şahidinin -samuray, karısı, haydut ve oduncu- çelişkili, yer yer taban tabana zıt ifadelerini yani “gerçeğin” kişiye göre farklılaşmasını konu eder. Rashomon etkisi geçmişteki olayların bellekteki idrakinde öznellik, koşullara ve değer yargılarına bağlı, farklı bakış açılarından etkilenen ve değişebilen gerçeklik algısı olarak özetlenebilecek psikolojik bir olgudur.

Gerçeklikle hikâyelerimizin arası çoğu zaman sinir sistemlerimiz ilişkiye hazır olmadığında, hazır olmadığı gibi savaşmaya, kaçmaya ya da “donmaya” meyilli ve ayarlı olduğunda açılır. Gerçeğin ne olduğu konusunda mütalaa etmeyi pek severim. Edebiyat yüksek lisansından süpervizörüm, yazar Martin Shaw bir söyleşisinde, “Hikâye gerçekten anlatılmadan her şey laftan ibarettir ve dua değildir,” demiş. Hayatımıza dair anlattığımız hikâyelerin dua olma ihtimali gerçekliğe yakınlıkla güçlenir. Fizyolojik olarak ilişkiye hazır olduğumuzda, yani bir tehdit algılamadığımızda, algımız sevgi dilinde konuşur ve bu dil gerçeği olduğu gibi ifade etmeye çok yakındır. Emniyette hissetmediğimizde, gerçek ya da gerçek dışı bir tehdide bağlı olarak, savaşır, kaçar ya da donar hâldeysek, algımız korku filtresini geçer ve korku gerçeklikle aramızdaki bağı zayıflatır. Yaşadıklarımıza, tecrübelerimize dair anlattığımız hikâyeler gerçekten uzaklaşır, sığlaşır, hantallaşır. …

Yazılarımızın tamamını okumak için Posta Poetika aboneliği gerekmektedir.

Keep reading with a 7-day free trial

Subscribe to PostaPoetika to keep reading this post and get 7 days of free access to the full post archives.

Already a paid subscriber? Sign in
© 2025 PostaPoetika
Privacy ∙ Terms ∙ Collection notice
Start writingGet the app
Substack is the home for great culture

Share