Posta Poetika #17
Mahir Ünsal Eriş
Kova Kova İndirdiler Yazıya
Ortaokul düzeyindeki bir tarih kitabını bile elinize alsanız size yazının Sümerler tarafından bulunduğunu söyleyecektir. Bu bilgi doğru fakat kesin değil. Bilim dünyası bu türden doğru ama kesinliği kanıtlanmamış bilgilerle doludur. Bilgi doğru çünkü bilinen en eski yazı örneklerini Sümer uygarlığında görüyoruz. Ama kesin değil, çünkü bu bilginin önüne hep, “şimdilik” ifadesini eklemek zorundayız. Zira iki asır kadar önce Sümerlerden de haberdar değildik. Ama artık biliyoruz. Belki de bir başka medeniyet bulacağız veya bildiğimiz bir medeniyetin çok daha eski tarihlere uzanan yazı denemeleriyle karşılaşacağız ve tüm okul kitapları yeniden değişecek. Bu nedenle bilgi doğru ama henüz kesin değil. Belki de mutlak kesinliğe hiç ulaşamayacağız.
Elimizdeki bilgiyle idare edecek olursak, evet, yazıyı en erken Sümerlerde görüyoruz. Tabii yazı dediğimizde bugünkü gibi, yan yana muntazaman dizilmiş harflerin kolaylıkla okunuverdiği dizgeler gelmesin aklınıza. Sümer yazısı oldukça karmaşık, semboller ve determinatiflerle ancak ustalık düzeyinde okunabilen, hecelerden oluşan fevkalade zor bir simge repertuvarıdır. Eğitim hayatının ilk birkaç ayında öğrenilip kırmızı kurdele kazanılacak bir yazı değil özetle.
…
Sepin Sinanlıoğlu
Mise en abyme
(Alıntıdaki yazım hataları Kitabı Mukaddes’teki gibi bırakılmıştır.)
BAP 2
… Ve adam dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden kemik, ve etimden ettir; buna Nisa denilecek, çünkü o İnsandan alındı. Bunun için insan anasını ve babasını bırakacak, ve karısına yapışacaktır, ve bir beden olacaklardır. Ve adam ve karısı, ikisi de çıplaktılar, ve utançları yoktu.
BAP 3
Ve RAB Allahın yaptığı bütün kır hayvanlarının en hilekârı olan yılandı. Ve kadına dedi: Gerçek, Allah: Bahçenin hiçbir ağacından yemiyeceksiniz dedi mi? Ve kadın yılana dedi: Bahçenin ağaçlarının meyvasından yiyebiliriz; fakat bahçenin ortasında olan ağacın meyvası hakkında Allah: Ondan yemeyin, ve ona dokunmayın ki, ölmiyesiniz, dedi. Ve yılan kadına dedi: Katiyen ölmezsiniz; çünkü Allah bilir ki, ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak, ve iyiyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız. Ve kadın gördü ki, ağaç yemek için iyi, ve gözlere hoş, ve anlayışlı kılmak için arzu olunur bir ağaçtı; ve onun meyvasından aldı, ve yedi; ve kendisile beraber kocasına da verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı, ve kendilerinin çıplak olduklarını bildiler; ve incir yaprakları dikip kendilerine önlükler yaptılar. Ve günün serinliğinde bahçede gezmekte olan RAB Allahın sesini işittiler; ve adamla karısı RAB Allahın yüzünden bahçenin ağaçları arasına gizlendiler.
…
Ulaş Töre Sivrioğlu
İspanya’nın Yükselişi ve Çöküşü (1)
15 ve 16. asırlar dünyada Portekizliler ve İspanyolların çağıydı. Aslında böylesi bir başarı 14. asırda kimse tarafından öngörülemezdi zira her iki krallık da keşifler öncesi bilinen dünyanın periferisinde kalmış sayılırlardı. Özellikle Portekiz bütün önemli ticaret yollarının uzağında, yalıtılmış bir durumdaydı. Ancak tam da bu sebeple Portekizliler keşifler çağının öncüleri olacaklardı. Portekizli kâşifler birkaç kuşak içinde Avrupalıların o güne kadar yalnızca masallarda duyduğu ülkelere giden deniz yollarını buldular ve Brezilya’dan Japonya’ya kadar ulaşmadıkları hemen hiçbir yer kalmadı. Öyle ki bir Portekizli şair bu kâşif kuşaklar için “eğer başka bir dünya olsaydı onu da bulurlardı”[1] diyecekti. Bu küçük ülkenin büyük başarıları Avrupa’da daha kuvvetli olan komşularını da harekete geçiren bir etki uyandıracaktı.Bu küçük ülkenin büyük başarıları Avrupa’da kendisinden daha kuvvetli olan komşularını da harekete geçiren bir etki yaratacaktı.
Alfonso VI
Reconquista
Günümüzde Portekiz ve İspanya arasında paylaşılan İberia Yarımadası tüm Ortaçağ boyunca siyasal parçalanmışlık içindeydi. Yarımadanın güney kısmı 1016 yılına kadar Halifelik iddiasındaki Endülüs Emevilerinin denetimindeydi. Kuzeyde ise Portekiz, Kastilya, León, Navarra ve Aragón gibi Hıristiyan krallıklar bulunuyordu. Zamanla güneydeki Halifelik de parçalanarak Tuleytula (Toledo), İşbiliyye (Sevilla), Gırnata (Granada), Kurtuba (Cordoba) gibi emirliklere bölündü. Tüm bu devletler kendi aralarında sürekli savaş halindeydiler. Romantik tarihçiler bu savaşları, bir yanda Müslüman emirliklerin; diğer yanda ise Hıristiyan krallıkların yer aldığı “dinler arası bir mücadele” olarak yansıtmışlardır. Sonraki asırlarda Hıristiyanların, Müslümanlara karşı “kutsal bir savaş verdiği” söylenerek bu sürece “yeniden fetih” anlamına gelen Reconquista adı verilmişti. Gerçekte ise durum bundan çok daha karmaşıktı ve aslında Hıristiyan krallıklar ve Müslüman emirlikler, karşı dinden olanlardan çok birbirleriyle çatışma halindeydiler. Bu mücadelede Müslüman emirlikler kimi zaman Hıristiyan krallıklardan yardım istiyor veya bunun tersi oluyordu. Sosyal yaşamda Müslüman ve Hıristiyanlar iç içeydi. Hayatı sonradan efsaneleştirilen El Cid gibi şövalyeler, kimi zaman Müslümanların kimi zaman Hıristiyanların hizmetine girmekteydiler.[2]Kastilya Kralı Alfonso VI’nın (1065-1109) idaresindeki Toledo’da Müslümanlar serbestçe ibadet ediyordu. Alfonso’nun karısı Zaide adlı bir Arap kadındı ve bu beraberlikten gelecekteki Portekiz kraliçesi Teresa doğmuştu. Kralın kendisi İspanyolca yerine Arapça yazmayı tercih ediyordu ki Ortaçağda İspanyol okumuşlarının çoğu Arapçayı, Latinceye tercih etmekteydiler. [3] Sonuç olarak en azından 11. yüzyıl ortalarına kadar Ortaçağ İspanyasında, ilerdeki hoşgörüsüz yüzyılların işaretini veren pek az bulgu vardır.
…
Keep reading with a 7-day free trial
Subscribe to PostaPoetika to keep reading this post and get 7 days of free access to the full post archives.