Aramıza yeni katılanlar oldu, herkese merhaba,
Mahir Ünsal Eriş ve Sepin Sinanlıoğlu’nun birlikte hazırladığı ve sunduğu Poetika Serisi’nin “Hafıza” modülünde tanbur ve Cemil Bey’in bahsi geçmişti. Mahir’in Cemil Bey’e dair yazısı aşağıda. Keyifle okumanızı dileriz.
“Poetika Serisi” yazıları ve videoları www.postapoetika.com adresinde Poetika sekmesi altında.
Sepin Sinanlıoğlu ve Mahir Ünsal Eriş ile Poetika Serisi
Poetika #1 - Hafıza Modülü
Poetika #1’de, yazar ve çiftçi Stephen Jenkinson’dan ilhamla “Buradan nasıl çıkarız?”dan önce “Biz buraya, buna nasıl geldik?” sorularının peşinden giderek tarım devriminden, yazıdan, insanlığın uygarlaşma, şehirleşme macerasından, dilden ve hepsinin kaydını tutan hafızadan bahsetmiş ve konuştuklarımızı gündelik hayata geçirmek üzere uygulanabilir fizyolojik pratiklerle desteklemiştik.
İnsanın insan olma macerasında tarımın ve yerleşik hayatın muazzam bir önemi var. Medeniyet dediğimiz kavram (Arapçada şehir anlamına gelen “medine” sözcüğünden türemiştir) işte tarihteki bu kırılmayla başlar. Tasvirli sanat eserlerinin ve de günü, geçmişi kayda geçirmek, geleceğe dair kaygı ve umutların hesabını tutmak için geliştirilen yazının icadı, insanlığın medeniyet serüveninin en önemli sıçrama noktalarından biridir. “Hatır” sözcüğü hem anı anlamına gelen “hatıra”nın hem de “gönül yapma” anlamındaki “hatır”ın çatısıdır. Nasıl hatırlamayı seçtik, hatırlamakla, unutmakla gönülleri nasıl hoş tuttuk; Poetika #1’de işte bunları konuşmuştuk ve bunun da ötesinde konuştuklarımızı hayatımıza entegre edebileceğimiz pratik uygulamalar yapmıştık.
PostaPoetika
Türk Musıkîsi’nin Bach’ı: Tamburî Cemil Bey
Müzikle –ya da adlı adınca söyleyeyim musıkî ile- ilgili herkesin tanıdığı, duyduğu bir isim var: Tamburi Cemi Bey. Bu çok doğal. Çünkü Klasik Türk Müziği ya da yanlış ve tatsız adlandırmasıyla Türk Sanat Müziği için Tamburi Cemil Bey, bu müziğin bugüne taşınmasında belki de en önemli isimdir. İddialı bir başlangıç olacak ama şöyle söyleyeyim: batı müziği için Bach neyse, Klasik Türk Musikisi için de Cemil Bey odur. Çünkü tıpkı Bach’ın batı müziğinde yaptığı gibi, icrayı, kaydı ve sistemi belirleyen çok önemli müdahalelerde bulunmuş, müziğe “son halini” vermiştir.
Tamburi Cemil Bey, 1873’te İstanbul’da doğar. Ömrünün büyük çoğunluğu II. Abdülhamid’in oldukça uzun süren saltanatı devrinde geçer. Babasının erken yaşta vefatının ardından önce amca, sonra da amcazadesinin yanında büyür, iyi de yetiştirilir. Bu sırada müziğe merak sarar. Birkaç memuriyette çalıştıktan sonra II. Meşrutiyet’in ilanıyla istifasını verip sadece müziğe adar kendini. Öldüğü güne kadar da hemen tek uğraşı bu olmuştur.
Onu hatırlayanlar, yaşadığı çağa tanıklık etmiş olanlar Cemil Bey’i “yalnız bir adam,” olarak tanımlıyorlar. Bilinçli bir tercihin ürünü olan bu yalnızlığın ardında dünyayla bir türlü barışamama ve bugüne kalan birkaç fotoğrafından bildiğimiz o hüzünlü halinin yattığını kaydediyorlar.
Çocukluğunda keman ve kanun dersleri alarak başlayan müzik hayatında daha sonra kanunu akort etmesi çok zahmetli olduğundan (tam 72 teli var çünkü), kemanı da Türk müziğinin seslerini taşıyamadığı için (fazla tiz bulmuş) terk eder ve kendine nam verecek olan tambura başlar Cemil Bey. Batı müziğine de, o yıllarda şehir için hakir sayılan halk müziğine de düşkündür. Sadece tamburla yetinmez. Lavta, ud, bağlama, klasik kemençe, çello hatta zurnaya kadar çok geniş bir yelpaze oluşturan enstrümanların her birini virtüözlük düzeyinde icra edecek kadar ileri gider. Çelloyu Türk müziğine katan da o olmuştur. Tamburu da mızrapla icrasının yanı sıra yay kullanarak çalmayı akıl etmiş, mızraplı tamburda çeşitli değişiklikler yaparak yaylı tamburu icadına sebep olmuştur.


Zamanla ünü yayılır Tamburi Cemil Bey’in.
Keep reading with a 7-day free trial
Subscribe to PostaPoetika to keep reading this post and get 7 days of free access to the full post archives.