PostaPoetika

PostaPoetika

Share this post

PostaPoetika
PostaPoetika
Oyun
Poetika I Edebiyat & Dil

Oyun

Sepin Sinanlıoğlu

Sepin & Mahir & Töre's avatar
Sepin & Mahir & Töre
Jun 14, 2024
∙ Paid
11

Share this post

PostaPoetika
PostaPoetika
Oyun
Share

İçinde yaşadığımız düzenin bir kurgusu vardır. Bu kurgunun da dayatmaları. Hayatlarımıza sirayet etmiş, gerçekliğin yerini almışlardır, görmeyiz. Sözde özgürlüğümüzün içinde senaryoyu oynarız.

Örneğin tanışma biçimlerimiz mevzubahis dayatmaların ziyadesiyle mevcut olduğu konulardan biridir. Tanışmak sözcüğü tanı-mak kökünün işteşlik ekiyle türemesi neticesinde birden fazla kişinin birbirini tanıma eylemi anlamını kazanmıştır. Tanımak ise Sevan Nişanyan’ın Çağdaş Türkçe’nin Etimolojisi sözlüğünde bilmek olarak açıklanmıştır. Cenaze merasimlerinde tabuttaki kişiye atıfla cemaate yöneltilen “nasıl bilirdiniz?” sorusu bu bağlamda manidardır. İyi bilmek, hakkı helal etmektir. Hayat denen karşılaşmalar ağında iki insanın birbirini tanıması, bilmesi ölümdeki helalliğin start noktasıdır.

21. yüzyıl kapitalist düzeninde tanışmanın kemikleşmiş belli bir formatı vardır, sorgulamamış bilâkis otomatik pilotta benimsemişizdir. Resmi olarak tanıtılmamız gereken her türlü mecrada adına öz geçmiş ya da biyografi denen bu formatı kullanırız. Biyografinin kati kuralları vardır; sırasıyla yaptığımız işler, mezun olduğumuz okullar, öğrendiğimiz lisanlar, yeni jargonla, bütün kazanımlarımız… Hayat bir savaştır ya, biyografimizde kazandığımız bütün meydan muharebelerini inci gibi dizeriz. Öz geçmişlerimizde hepimiz namağlubuzdur, hatta hep galip. Bir kere bile kırılmamış, hiç düşmemiş, hiç ağlamamış, “bu hayatın anasını belleyeyim” dememişizdir. İsyanımız yoktur haşa, slogandaki gibi hayatın kendisi bir hediyedir, hadi kutlayalım.

illustrasyon: Birsu Çeltek, www.birsuceltek.com, https://www.instagram.com/birsuceltek

Daha da hazin olan, bu yazılı formatın sözlü tanışmalarımıza da teşrif etmiş olmasıdır. Hatta bu sefer, yazılı tanışmalarda politik doğruculuğun yüzü suyu hürmetine dokunulmayan ne varsa bir bir dökülür: medeni hâlimiz, çocuklarımızın olup olmadığı, çocukların okulları hatta, din bizim için geçerli bir şeyse, dinimiz, mezhebimiz vs. Kimlik olarak giydiğimiz ne varsa yazılı veya sözlü tanışmanın konusudur, ne yazık.

Yazık çünkü bütün kimlikler, bireyselliğin muhafızı ve hamisi kapitalizmin bireye sinsi tecavüzüdür.

Onları hiç sakınmadan giyeriz. Birbirimizi bilmeyi, tanımayı kimlikten doğru yaparız. Yazık ederiz. Cenazelerdeki “iyi bilirdik”leri heba ederiz çünkü birbirimizi hiç de bilmeyiz. Tek bildiğimiz hayata karşı skorumuzdur.

İngiltere’nin Plymouth Üniversitesi’nde yaptığım edebiyat/hikâye yüksek lisansında süpervizörüm, yazar Martin Shaw dönemin ilk dersini orada olmasak da, hatta hiç görmemiş olsak da hasretini çektiğimiz, James Joyce’un Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’nde ima ettiği gibi adeta bizi “tutsak” eden bir yer olup olmadığını sorarak açtı. Hâlbuki sınıftaki İngiltere, Kanada, Amerika ve hasbelkader benimle temsil edilen Türkiye insanları birbirimizin “neci” olduğunu, “ne yaptığını” öğrenmeye can atıyorduk. Martin bizi bilmediğimiz bir yola sokmuştu, ne yaptığımızı değil ne olmaya gönül düşürdüğümüzü merak ediyordu. O derste bir insanın biyografisine alternatif olarak özlem duyduğu bir yeri anlatmasının kendine dair güçlü emareler içerdiğini gördüm. Zaten insanın ruhu ile aidiyet hissettiği yer arasındaki bağ harcıâlem her sohbette ivedilikle varılan “nerelisin?” sorusunda da gizlidir.

Keep reading with a 7-day free trial

Subscribe to PostaPoetika to keep reading this post and get 7 days of free access to the full post archives.

Already a paid subscriber? Sign in
© 2025 PostaPoetika
Privacy ∙ Terms ∙ Collection notice
Start writingGet the app
Substack is the home for great culture

Share